Kerbelâ gibi büyük bir acının, büyük bir utancın, büyük bir kaybın yıldönümünde hilafet ve İslâm’da yönetim meseleleri üzerine kafa yormak gerekir diye düşünüyorum.


 
Kerbelâ; kimler arasında oldu, neden oldu, amaç neydi, hedef neydi, neyin kavgası veriliyordu, Peygamber torunu Hz. Hüseyin ve ailesi Kerbelâ’da neden katledildi ve hatta öncesinde diğer bir Peygamber torunu olan Hz. Hasan neden zehirlenerek öldürüldü? Bu kavganın, bu cinayetlerin, bu hırsın İslâm’da, Allah katında, Peygamber nezdinde ne hükmü vardır sorgulamak, araştırmak sonra da üzerine düşünmek gerekir.

 
Kerbelâ; öleninde, öldüreninde Müslüman olduğu, ölenin Allah için öldüğü, öldürenin Allah için öldürdüğü ve güçlü olanın zalim, haklı olanın ise güçsüz olduğu için büyük bir acıyla, zulümle, haksızlıkla sonuçlanan bir hilafet kavgasından başka bir şey değildir.

 
Halifelik; Ümmetin Peygamberi, ülkenin başkanı, ordunun başkomutanı, önderi, lideri, rehberi Peygamber Efendimiz Rahmet-i Rahman’a kavuşunca ve İlahi bir makam olan Peygamberlik son bulunca ülkeyi yönetecek olan devlet başkanlarına Peygamber Efendimize vekâleten o makama oturduğuna binaen verilen isimdir.

 
Halifeliğin; krallık, şeflik, mutlakıyet, saltanat, imparatorluk, diktatörlük dışında yönetim şeklinin bilinmediği, yönetimin ehliyete, liyakate bakılmaksızın babadan oğula keyfi olarak geçtiği, bir kişi ve bir ailenin ülkenin ve insanların sahibi olduğu o dönemlerde toplumlar için çok önemli ve gerekli bir gelişme olduğu tarihi bir gerçektir.

 
Çünkü halife; bir kurul tarafından ehil olanlar arasından, halkın onayı alınarak seçilir ve kötü yönettiği, kötülüğü, haksızlığı, zulmü önleyemediği, hak ve adaleti hâkim kılamadığı takdirde görevden alınırdı. Bu da istibdadın hâkim olduğu o yıllarda çok ciddi bir gelişmedir.

 
Özellikle hilafete İlahi bir anlam yüklemeye çalışan hilafet ve aslında siyaset sevdalıları bilmelidir ki; başta Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer olmak üzere halifeler kendilerine Allah’ın halifesi diye hitap edenlere şiddetle tepki göstermiştir. Bizler Allah’ın değil Resûlullah’ın halifesiyiz diyerek devlet başkanı anlamına gelen ve siyasi bir makam olan Halifeye ilâhî bir anlam, yetki ve vekâlet yükleyen böyle bir duruma asla izin vermemişlerdir.

 
Öte yandan; Hz. Ebû Bekir’e “Peygamberin Halifesi” diyen sahabeler, Hz. Ömer’e “Peygamberin Halifesinin Halifesi” demişler bu ifadeler uzayıp gideceğinden halife ifadesi kaldırılarak devlet başkanına “emîrü’l-mü’minîn” denmeye başlanmıştır.

 
Birçok mezhebin, fırkanın, cemaatin, tarikatın, dini kullanarak kendine taraftar toplayan yüzlerce insanın, onlarca devlet başkanının halifeliği kendisi ve ülkesi adına isteyeceği açıktır.

 
Bu sebeple Hilafetin İslam toplumlarının sosyal, kültürel, siyasi birliğini sembolik anlamda bile temsil edebilecek bir makam olamayacağı, toplumları ve ülkeleri birbirine düşüreceği ve zaten savaşa hazır beyinlerin kan dökmesine yol açacağı gerçeğini görmek gerekir.

 
Sahabe tarafından yönetimin babadan oğula geçmemesi, ehliyetin, liyakatin başa geçmesi için uygulamaya konan Halifelik; Kerbelâ’da yaşanan olaylar, daha sonra yaşanan saltanat kavgaları, Halifeliğin aileler elinde, hısım, akraba, eş, dost ilişkilerinde kullanılması ve son olarak Osmanlı’da babadan oğula geçerek İslâmi anlamını, işlevini ve Ümmeti bir araya getirmeye yönelik geçerliliğini kaybetmiştir. Zaten böyle olmasa Osmanlı Devleti en azından İslâm ülkeleri bağlamında parçalanmazdı.
BU YAZININ EKLENME TARİHİ 03-08-2023
  
Yazarın Diğer Yazıları